Ardan Özmenoğlu

Seçil Alkış: Post-it’lere başlama hikayesini merak ediyorum, günlük hayatta çok kullandığımız basit bir malzemeyi ipek baskı ile farklı bir sanat eserine dönüştürüyorsun. Bu süreçten bahsedebilir misin?

Ardan Özmenoğlu: Ben eserlerimde kullandığım post-it notlarla yüksek lisansımı yaparken tanıştım. Post it; çok çağdaş bir materyal, geçmişi olmayan, bugüne, bu ana ait bir malzeme. Unutmamız gereken şeyleri yazarız üstüne. Bu malzemeyi kimi eserlerimde Türk gelenek ve görenekleri, Türk Tarihiyle buluşturuyorum; bazen de unutmamamız gereken ama her zaman unuttuğumuz şeylerle. Ve günümüzde herşey unutulmaya mahkum. O yüzden post-it notlara not etmek gerek!

S.A: “New York” sergisi  nasıl gerçekleşti? Dünyanın her bir yerinde kırkı aşkın sergiler açtın, bir çok farklı şehirde bulundun, aynı zamanda atölye olarak da; Berlin ve İstanbul arasında çalışmalarına devam ediyorsun. Yurt dışı bağlantıların nasıl başladı?

A.Ö: Master’ımı bitirir bitirmez, Rus profesörüm Alexande rDjika ‘Ardan, çok yeteneklisin, senin yurt dışına gitmen lazım’ dedi. İlk beni yönlendiren o olmuştur. Mezun olur olmaz, yüksek lisansım sırasında başvurduğum Berkeley, Kaliforna’da Artist in Resindence programına kabul oldum. Altı ay sürdü. Eğer, yetenekli ve orjinalseniz üstelik sanata hakikaten baş koyduysanız diğer kapılarında açıldığını görüyorsunuz. Peşinden ikinci kişisel sergim için Berlin’e gittim ve sonrasında Newyork sergim gerçekleşti. Geçen yıllar içerisinde İstanbul, Berlin ve New York arasında mekik dokudum.

S.A: Newyork’daki sergiden bahsetmek istiyorum biraz. Bir çoğunun içindeki tek. 

A.Ö: O aslında Amerikayı özetleyen bir cümle, bir çok milletin bir araya gelmesinden oluşuyor; “United States of America”. Özellikle Newyork bunların arasından tek çıkar. Serginin adını New York’ta yaşarken sokakta buldum. Orada sokaklar hep 1 cent doludur. Bu kadar parayı seven bir memleketin yerden 1 centi almadığını düşünün. Türkiye’de yerde 5 kuruş bulamazsınız, bizde ne kadar da küçük olursa olsun alınıp, cebe atılır. En olmadı; bir fakire verilir. Çok enteresan, New York’ta ben o parayı elime aldım, baktım ve üzerinde latince “E Pluribus Unum” yazıyordu. Sonra anlamını öğrendim ve beni çok etkiledi.  Bir çoğunun içinden, tek. Bu hayatta çok şeyi özetleyen bir cümle.  Açtığım sergi de birçoğunun içinden tekti, ben sanatçı olarak da birçoğunun içinden tek’im.

Laundromat enstelasyonunu açıklamam gerekirse; Amerikada bir yaşam tarzı, oraya gitmek haftada veya ayda bir gitmek zorundasınızdır.  Türkiye’de en fakir ailelerin bile evinde çamaşır makinesi vardır ve bu bir lüks değildir. Ve bu çamaşırhanelerdeki ortam, o kadar renksiz, soğuk ve sıkıcıdır ki hemen terketmek istersiniz. Ben bu ortamın tam tersini yaptım; sanırım dünyadaki en eğlenceli çamaşırhaneyi post-it notlarla, rengarenk ve onlarca çamaşır makinesiyle  yaptım. Serginin en çekici eserlerinden biriydi.

S.A: Türkiyede ki sanatçılar için genelde İstanbul’da bir kaç serge gerçekleştirdikten sonra, yurtdışı sergisi çok önem taşıyor. Özellikle New York sanatçılar için çok önemli. Bu senin için ne kadar önemliydi? Dünyanın herhangi bir yeri olması da farkediyor mu?

A.Ö: Çok önemli. Şöyle bir şey, “bütün dünya Newyork’u takip eder, eğer oradaysan takip edilirsin, orada değilsen takip edersin”.  Sanırım sorunun tek cevabı bu.

S.A: Bir sonraki plan müzede sergi açmak mı?

A.Ö: Neden olmasın? Ben hazırım.

S.A: Neon işlerin ile ilgili neler söylemek istersin?

A.Ö:  Herkesin bildiği gibi, çok özel eserler onlar. Müthiş bir okuması olan, özel cümleler seçiyorum.  Ve yaptığım her neon eser birbiriyle ilişkili ilerliyor. 

S.A: Peki serginin kavramsal duruşuna bir şey eklemek ister misin? Bu kapitalist şehri ve ülkeyi bir çok yönden ele alıyorsun ama bir yandan da Türk kültürünü de içine dahil ettiğin bir süreç belki de.

A.Ö: Sanatçı hangi ülkede yaşıyorsa ondan çok etkileniyor. Yani nasıl desem, bir akımın içine katılıyor ve onu başka türlü görüyorsunuz. Kendi ülkenizin farklılıklarını daha net algılıyorsunuz, benim çoğu zaman buraya ait üretmiş olduğum eserler (cumaya gittim gelicem), yurt dışındayken aklıma geliyor. Olduğun yere dışardan bakmak seni her zaman zenginleştiriyor. Ama bir de “ employees must wash hands” adlı eserim var, o tamamıyla Amerika’da kaldığım süre boyunca esinlenip ürettiğim bir iş.

S.A: Sosyoloji ile yakından ilgileniyosun, Türkiyeyi’nin durumunu genel olarak nasıl değerlendiriyorsun?

A.Ö: Bütün hayatımız insanlarla, doğayla, maddeyle, yemekle veya herhangi birşeyle nasıl bir ilişki kurduğumuza bağlı. Bunu ben insan ilişkileri olarak sınırlamıyorum. Bir çiçekle, bir hayvanla, yemekle, yaptığınız bir resimle, yarattığınız bir eserle kurduğunuz ilişki; eğer gerçek olursa, samimi olursa, görmeye ve görülmeye başlıyorsunuz. Gözlem ayrı bir şey, iyi bir gözlemciyim. Gerçek sanatçılar iyi gözlemcilerdir. Eserlerime dikkatli bakarsanız Türkiye’yi veya dünyayı nasıl gördüğümü ve yorumladığımı anlarsınız.

S.A: İşlerinde içerik ve temanın önemli olduğu kadar görsel bir dil ile de izleyiciyi karşılıyorsun. Bunun altında bizimle paylaşmak isteyeceğin bilinçli bir seçim yatıyor mu?

A.Ö: Hiçbir eserimde her ne kadar rastlantısal gözüksede, raslantısallık yoktur. Eser ile alakalı verdiğim her karar bilinçli bir seçimdir, benim seçimimdir.

Ve, uçan kuştan yüzen balığa kadar herşeyden ve herkesten esinleniyorum. Sanat eserlerimin çeşitliliğinden bunu anlayabilirsiniz. Hayatın kendisinin sanat olduğunu düşünüyorum ve işlerimde hayatı anlatıyorum. Ve müzik… müzik beni büyülüyor.

Sanatçıların hayat veya yaşam ile daha başka bir bağ kurduklarını, duyulmayanı duyduğunu ve görülmeyeni gördüğünü düşünüyorum. Bir anlamda sihirbazlık veya cadılık veya büyü gibi birşey. Çok tabi, bu işin içinde gizli bir bilgelik var. Ayrıca, yetenek gizli bir duadır.

S.A: Bugün ‘’Sanatçı’’ olmak ve ‘’Ressam’’ olmak arasındaki fark gittikçe artmış durumda. Bu durumu-süreci nasıl tanımlarsın? Ya da kendini nerede konumlandırıyorsun?

A.Ö: Toplumlarda sanat ve sanatçının değeri ne kadar artarsa, sanatçı o kadar mutlu olur. Sanatçının bugünkü durumu mutlu olmayabilir ama bence umutlu. Umarım ülkemizdeki politika, ekonomi ve eğitim bunu artıracak şekilde planlanır. Ben mesleğim sorulduğunda ve sanatçıyım dediğimde, artık “şarkıcımısın?” denmesini duymak istemiyorum ve bunun için mücadele veriyorum. Bu durumla karşılaştığım her anda bıkıp usanmadan sanatçının aslında ne demek olduğunu anlatıyorum. Bu bir bakıma beni umutsuzluğa düşüren bir şey, öte yandan verdiğim mücedelenin bir parçası. Biz ilk önce sanatın ve sanatçının ne demek olduğunu anlatalım ve bilelim, gerisi size kalmış.

S.A: Transparan heykeller, post-it baskılar, neonlar… seçilen malzeme ve anlatım mecraları izleyiciye sanatçı hakkında çok fazla ipucu verir. Mecraların senin için anlamı ne?

A.Ö: Sanat yaratıcılıktır. Ben daha çok günlük hayata bir boyut ekleyen ama aynı zamanda büyük soruları basitçe soran işler yapmaktan heyecan duyuyorum. İpek baskı tekniği benim yıllardır geliştirdiğim ve bana özgü detayları olan üçüncü elim. Post-it notlarla yaptığım mekana özgü enstelasyonlar, cam heykeller ve neonlar  kendi alanlarında Türk çağdaş sanatının ilkleri. Geleneksel bir tekniği, çağdaş bir aracıyla veya çağdaş bir tekniği geleneksel bir objeyle biraraya getirmem ve ürettiğim eserlerin dokunsal ve algısal yetilerinizi canlandırması beni özgün bir sanatçı yapan özelliğim.  Eserlerime süpriz bir şekilde rastlarsanız, kolaylıkla bu Ardan’ın diyebilirsiniz. Kullandığım tekniklerin farklı olmasına rağmen üstün bir fikir ve mizah bütünlüğü vardır.


 

Seçil Alkış: I am really curious the story of how you started using Post-it notes. You take a simple material from daily life and transform it into a very different kind of artwork with silkscreen. Could you talk about this process?

Ardan Özmenoğlu: I first came across Post-it notes while doing my Master’s degree. Post-it is a very contemporary material, with no history and very much something of today, of the moment. We jot down things we need to forget. In some of my works, I bring this material together with the Turkish folklore and traditions, with Turkish history and sometimes with things that we need to remember but keep forgetting all the time. And everything today is bound to be forgotten. That is why you have to jot them down on Post-it notes.

S.A: How did your “New York” exhibition come about? You opened over forty exhibitions all over the world, traveled to and worked in many different cities. You go back and forth between Berlin and Istanbul. When did these international connections begin?

A.Ö: As soon as I completed my Master’s degree, my Russian professor Alexander Djika told me ‘Ardan, you are really talented, you should go abroad.’ He was the first to guide me. As soon as I graduated, I received acceptance for an Artist in Residence at Berkeley, California. It lasted six months. If you are talented, original and persistent about the arts, you see that other opportunities open up. Following that, I went to Berlin for my second solo exhibition, which was followed by my New York exhibition. In the following years, I went back and forth between Istanbul, Berlin and New York.

S.A: I would like to talk about the exhibition in New York: E Pluribus Unum.

A.Ö: That is actually a phrase that sums up the States because it is comprised of many nations coming together; “United States of America.” Especially New York is singled out among them. I came up with the name while I was living in New York. There are one cent coins all over the streets there. Just imagine that it is a country that loves money but no one picks up one cent coins on the streets. In Turkey, you cannot find 5 cents (kuruş) on the streets. No matter how small, that kind of change is picked up and pocketed. Worst comes to worst, you give it to poor people. It was really interesting, I picked up the coin and looked at it; on the coin, it read: “E Pluribus Unum.” I later found out what it meant which really touched me. Out of many, one. This is a phrase that sums up many things in life. My exhibition was, out of many, one and I, as an artist, was, out of many, one.

As for my Laundromat installation; that is a lifestyle in the States, you have to go to the laundromat once every week or every month. In Turkey, even the poorest families have a laundry machine in their homes and it is not considered a luxury item. And the atmosphere of these laundromats is so lackluster, so cold and so boring that you want to leave them immediately. I created the opposite of this atmosphere; I believe I made the most enjoyable laundromat in the world, all colorful with Post-it notes and tens of laundry machines. It was one of the most appealing works of the exhibition.

S.A: After a few exhibitions in Istanbul, it is very important for artists in Turkey to open an exhibition abroad. Especially New York is crucial for artists in this regard. How important was this for you? Does it make a difference where in the world it is?

A.Ö: It is very important. Here is the deal: “The whole world follows New York. If you are there, you are being followed. If you are not, you are following.” I think that is the only answer there is.

S.A: Is your next plan to open an exhibition in a museum?

A.Ö: Why not? I am ready.

S.A: What would you like to say about your neon works?

A.Ö: As everyone knows, those are very special pieces of work. I pick particular sentences, offering a marvelous reading. And each neon work I do relates to others.

S.A: And would you like to add anything about the conceptual stance of the exhibition? You elaborate on many aspects of this capitalist city and country but at the same time maybe you incorporate the Turkish culture into this process.

A.Ö: Whatever city the artist lives in, she is bound to be heavily influenced by it. I mean, she becomes a part of the flow and sees it differently. You become more perceptive about the differences of your own country. Many of my works which are about here (“I’m off to the Friday prayer, I'll be back soon”) pop up in my mind when I am abroad. It always enriches you to be looking from the outside, into wherever it is you live. On the other hand, my work entitled “employees must wash hands” came to life from start to finish when I was in the States.

S.A: You are interested in sociology. What is your evaluation of Turkey's situation in general?

A.Ö: All our lives depend on how we form relationships with humans, with nature, with substances, food or anything else. I do not limit this to just human relationships. If your relationship with a flower, with an animal, with food or with a painting you paint is real and authentic, you start to see and to be seen. Observation is something else. I myself am a good observer. Real artists are good observers. If you look at my works closely, you can grasp how I see and interpret Turkey and the world.

S.A: Your works welcome the spectator not just with its content and its theme, but also with a visual language. Is there a conscious decision underlying your works that you would like to share with us?

A.Ö: Even if they seem that way, nothing is random in any of my works. Every decision I make about my works is a conscious decision, my own decision. And I am inspired by everything and everyone, be it a bird flying or a fish swimming. You can tell this from the diversity of my artwork. I believe that life itself is art and I tell of life in my works. And music… Music fascinates me.

I think that artists form a different kind of relationship with life, that they hear the unheard and see the unseen. It is a sort of witchcraft or magic. Of course there is hidden wisdom in this. Also, talent is a secret prayer.

S.A: Today the gap between being an “artist” and being a “painter” has widened enormously. How do you define this predicament or this process? Or where do you see yourself in this?

A.Ö: The more art and artists are valued in societies, the happier the artist is. The status of the artist today might not be a happy one but I think it is full of hope. I hope that politics, the economy and education in our country is planned accordingly to increase this happiness. When people ask my profession and I tell that I am an “artist”, I no longer want to hear them ask the question, “Are you a singer?” And I am struggling against this. Whenever I encounter such a situation, I tirelessly explain who an artist really is. On the one hand, this drives me into a state of despair, but on the other hand, it is part of my struggle. We should first of all communicate and know what the arts and the artist mean and the rest is up to you.

S.A: Transparent sculptures, Post-it silkscreens, neons… The choice of materials and the media of expression say a lot to the spectator about the artist. What do the media mean to you?